BUCUKLAR









Can babamın kaç çocuğu olduğu sorusuna, eğer yanında ben varsam ve büyük bir dikkatle onu dinliyorsam tam bir keyifle verdiği, kendi buluşu bir cevabı vardı. Öylesine severdi ki bu sahneyi, daha sözcükler ağzından çıkmadan yüzüne yayılan kocaman gülümsemesi ile bir yandan beni izlerken bir yandan da ağzından ‘İki buçuk!’ sözleri sanki önemsiz bir şey söylüyormuşcasına çıkıverirdi. Benimse zaten iri olan gözlerim iyice irileşir, büyük bir kızgınlıkla yüksek sesle ‘Üüüççç, sizin üç çocuğunuz var!’ diye bağırırdım.



Büyük ağabeyden onbir yıl, küçüğündense sekiz yıl küçük olan ben aslında tam bir ‘tekne kazıntısı’ydım. Çok istenmiş, çok beklenmiş o ilk bebeklerden veya kız veya erkek olması için dua edilen o ikinci bebeklerden olmamama rağmen doğumuna çok sevinilmiş bir bebektim ben. Geç de olsa gelen nihayet kız evlat…

Rivayet odur ki; diğer evlatlarının doğumuna da kuşkusuz çok sevinen babam, diğerlerinden farklı olarak bir tek benim doğumumda, her tanıdığa ‘Kızımız oldu!’ telgrafları çekmiş! Küçükken bana bu gerçek anlatılınca bende dünyaya gelmesi telgrafla her tarafa duyurulan bir çocuk olmanın haklı gururunu yaşardım. Kendimi bir şekilde özel hissederdim. Belki de hayatım boyunca her zaman kız olmaktan ve kadın olmaktan duyduğum o gizli gururun arkasında yatan gerçek, babamın bu basit, ama gösterişli sevinciydi.

Elbette zamanla, büyüyerek, yaşayarak anlayacaktım ki erkek egemen toplumda iki büyük ağabeyi olan küçük kız kardeş olarak büyümek hiç kolay değil. Babamın yarı şaka yarı ciddi söylediği ‘buçukluk’ hep içimde kalacaktı. Biraz eksik, biraz yarım, biraz buçuk hissettirdi beni küçük kız kardeşlik. Yaşadığım her olaydan ve yaptığım herşeyden, anne ve babamın dışında onların da bilgileri ve onayları olması terbiyesiyle büyütüldüm ben. Onlar, benim anne ve babadan sonra gelen atamdı. Ne olursa olsun saygılı davranmalıydım onlara. İşin saygı kısmını çabuk idrak ettim ve başardım galiba. Beni asıl yoran ve idrak etmekte zorlandığım, onay kısmı oldu. Büyüdükçe kararlarını anne ve babasına sorma zorluğu yaşayan tüm gençlerden farklı olarak, benim sanki iki ebeveynim daha vardı. Sokağa alısveriş yapmak için çıkmaktan tutun da, bir arkadaşımın doğumgününe katılma iznine kadar herşey zaman zaman dört karar merkezinden geçerdi. Ailece birbirimize duyduğumuz yoğun sevgi bazen işleri kolaylaştırsa da, ben, yaşamımın diğer arkadaşlarımınkinden en az bir derece zor olduğunu gözlemlemiştim. Tek çocuk olan arkadaşlarıma gizli hayranlığım bile bundandı…

Erkek evlatları olmayan babalaların kızlarını biraz kabadayı yetiştirmeleri eğiliminin aksine, erkek evlada doymuş ailelerde, kız evlattan olabildiğince yoğun beklenen şey hanımefendiliktir. Açık açık yazıp elinize vermeseler de, her türlü söz ve davranışları toplum kurallarına yüzde yüz uymanız gerekliliği yönündedir. Belki de bu yüzden, sırf bu yüzden, hiç evlenmeden sadece kendi ayakları üzerinde durarak yaşamak fikri ben ve benim gibilerde hemen hemen hiç oluşmaz. Tıpkı üniversitede bayram tatili yaklaşırken, okulun düzenlediği dört-beş günlük Akdeniz turu için oluşturulan isim listesine, adınızı yazma fikri hiç oluşmadığı gibi. Herkesin geziye katılma telaşına düştüğü an, siz ve sizin gibi ‘buçuklar’ sadece geçip giderler oradan, yıllar sonra en çok bu kabullenişe içlerinin yanacağını bilmeden…








Hiç yorum yok: